30 Eylül, 2008

SAĞLIKLI ZAYIFLAMANIN YOLLARI


Vücudunuzu kendinizle barıştırın! Göreceksiniz ki size hemen cevap verecek. Ayaklarınız ve nefesiniz merdiven çıkarken sizi üzmeyecek, göbeğiniz ayakkabı bağlarken görmenizi engellemeyecek. Vücudunuz şekillenecek, sırtınız acı vermeyecek, beliniz incelecek, düğmeleriniz bile sizinle barışıp, daha kolay iliklenecek. Bu arada size darılanlar olabili tabii ki... Yağlar, kolesterol, şeker, alkol ve sigara gibi... Başlamak için daha fazla beklemeyin. Vücudunuza bugün bir hediye alın; bir çift spor ayakkabı, eşofman ve T-shirt mesela! Vücudunuzu en iyi arkadaşınız olan su ile de tanıştırmayı da unutmayın. Sonra da onunla yemeğe çıkın. Güzel bir ızgara balık, yeşil salata ve biraz sebze....

MEVSİMSEL KİLO FARKI
Kış aylarında insanlar ısınmak için daha yağlı ve kalorili besinlere yönelir.

Bunun sonucunda da kilo alımı kaçınılmaz bir son haline gelir. Yaz aylarında ise daha ince kıyafetlerin giyilmesiyle kış mevsiminde alınan fazla kilolar kendisini daha da fazla göstermeye başlar. Bu durum kişileri kilo vermeye yönlendirir. Kişiler, kışın aldıkları kiloları kaybetmek için acele etmekte ve sağlıksız diyetlere başvururlar.

Sağlıklı Zayıflamanın Yolu Dengeli Beslenmeden Geçiyor.

Sağlıklı bir yaşam için hayatımızın her döneminde yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı edinmek önemli. Kilo vermek isteyen kişi de, zayıflama diyetini uygularken, günlük enerji alımını, bir diyetisyen tarafından kendisine özel olarak hazırlanan beslenme programı ile yapmalıdır.

SAĞLIKLI BESLENEREK FAZLA KİLOLARIMIZDAN KURTULALIM;
Kendinize az miktarda ancak sık aralıklı bir beslenme programı düzenleyin. Bu şekilde hem aç kalmamış olursunuz hem de daha sağlıklı kilo kaybetmiş olursunuz.

Poğaça, börek yemek yerine güne güzel bir kahvaltı yaparak başlayınız.

Dışarıda yediğiniz yemeklerde daha çok ev yemekleri veya hafif ızgaralar yapan yerleri tercih ediniz.

Alkol ve hazır içecekler yerine limonlu veya meyveli sodaları tercih ediniz. Taze veya kuru meyve yemeğe özen gösteriniz.

Özellikle yaz aylarında artan hava sıcaklığı ile birlikte terleme ile kaybedilen vücut sıvılarını yerine koymak için günde 2,5-3 litre su içiniz. Günlük posa alımınızı arttırınız. Tam tahıl ürünleri, taze sebze ve meyveye günlük beslenmenizde yer veriniz.

Soslu yemekler, mayonezli, soslu salatalar yerine limon, soya soyu gibi kalorisiz olanlarını kullanmaya çalışınız.

Günlük yağ alımınızı azaltınız.

Düzenli egzersiz yapınız. Unutmayınız ki, vücut sağlığı açısından egzersizin alışkanlık haline gelmesi, düzenli bir beslenme alışkanlığı kazanmak kadar önemlidir.

Şekerden uzak durunuz. Çay ve kahvenize şeker atmayarak bu işe başlayabilirsiniz.

Çok tatlı yemek istediğiniz zaman yaz mevsiminin vazgeçilmez parçası olan dondurmayı özellikle sade ve ya meyveli olanları tercih ediniz. Ya da sütlü tatlı tüketebilirsiniz.


Facebook'ta Paylaş

FİL HASTALIĞI


Lenf (akkan) sıvısının vücuttaki miktarının artması veya sistemik dolaşıma verilemeyip deri altına, doku aralıklarına yayılmasıyla bacaklar, kollar, kasıklar, avret mahalli, hatta yüzde aşırı şişmelere sebep olan bir hastalık.

Çeşitli sebepleri olan bu hastalığın zamanımızda en çok rastlanılanı kanser dokusunun lenf yollarını tıkaması veya ameliyatlar sırasında lenf yollarının hasara uğramasıdır. Toplardamar tıkanmaları sonucunda gelişen fil hastalığı da ameliyat sonralarında sık görülür.Tropikal bölgelerde görülen bir asalak hastalığıdır. Wuchereria bancrofti (Bancroft kurdu) denilen parazitin, lenf yollarını işgal edip tıkamasıdır.

Hücrelerin arasında bulunan sıvının dengede kalabilmesi için bu sıvının sürekli süzülerek tekrar kana karışması gereklidir. Vücutta bu görevi lenfatik sistem sağlamaktadır ve bu sistemde taşınan sıvıya da lenf sıvısı adı verilmektedir. Lenf sıvısını taşıyan lenf kanalları ve lenf düğümleri hasara uğrarsa, veya doğuştan kusurluysa lenf sıvısı vücutta birikir. Bir bölgede biriken sıvı miktarı, lenfatik sistemin taşıma kapasitesinden daha büyükselenfödem oluşur. Lenfödem, lenfatik sıvının hücreler arası dokuda birikerek, sıklıkla kollarda veya bacaklarda, ara sıra da gövdede şişmeye neden olmasıdır.

BELİRTİLERİ
Belirtiler Hastanın ilk görebileceği belirti, ısırılmadan sonraki üç ay ile iki yıl arasında ortaya çıkan ağrılı şişliklerdir. Şişliğe basınca parmağın bir çukur bırakması tanı için yeterlidir. Üreme organları bölgesi etkilendiğinde ise idrar yapmak zorlaşır. Zamanla, tıkanma sonucu deri kalınlaşır, pütürlü bir hal alır ve renk değişikliği olur. Alttaki doku da kabalaşıp sertleşir, deri fil derisini andırır.

TEDAVİ
Fizyoterapi ve cerrahi olmak üzere iki tür tedavisinin en başarılı sonuç bu iki yöntem birlikte kullanıldığında alınıyor.


Facebook'ta Paylaş

PENİS AĞRISI VE ŞİŞMESİ


NEDENLERİ
Parafimoz:
Sünnet derisi kendi kendine penisin arka tarafına doğru öne gelmeyecek şekilde büzüldü ve çok şişti. Bu durum antibiyotikle veya tam ya da kısmi sünnetle tedavi edilebilir.

Balanit: Penisinizin ucu iltihaplandı ve tahriş oldu. Buna mantar veya bakteri enfeksiyonu veya kimyasal tahriş (giysilerde kalan kuru temizleme maddeleri) neden olur. Çoğunlukla sünnet olmamış veya şeker hastası erkeklerde meydana gelir. Antibiyotik almanız, hayalarınız temizlemeniz ve ağrı giderici merhem kullanmanız gerekebilir.

Priapizm: Hiçbir neden yokken, cinsel arzu veya faaliyette bulunmadan ereksiyon oluyor. Buna genellikle penisi sertleştiren kanın ani ve çoğu kez bilinmeyen bir nedenle boşalmaması yol açabilir. Bazen bir hastalık ya da omurilik sinirlerinin yaralanması, bezlerdeki bir durum veya ilaçtan kaynaklanabilir. Gerektiği gibi tedavi edilmezse, ereksiyon bir daha mümkün olmaz.

Kanser: Sünnet olmamışsanız fark edemeyeceğiniz küçük, sivilceye benzer bir şey oluştu ve artık kanıyor veya akıntı yapıyor. İdrar yapmak ağrılı hale gelmiş olabilir ve kasıklarınızda yumrular oluştu. Penis kanseri çok ender görülür, çoğunlukla erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilir.

DİĞER NEDENLER
Cinsel yolla bulaşan bir hastalık, alerji, spor yaralanması, giysi sürtünmesi...

NE YAPABİLİRSİNİZ?
Penis ağrısı çoğunlukla kendi kendine tedavi edilemez. Örneğin ağrıyan veya şişen sünnet derisini zorla öne götürmek veya tahriş olmuşsa altını temizlemek tavsiye edilmez.

Eğer cinsel ilişki sırasında ve sonrasında ağrı varsa, bu eşinizin vajinasının kuruluğundan kaynaklanabilir.

Penisinizin ucunda cinsel ilişkiden sonra yara oluşuyor ve siz lateks prezervatif kullanıyorsanız, lateks olmayan bir prezervatif veya başka korunma yöntemini deneyin. Ağrı geçiyorsa, muhtemelen latekse karşı alerjiniz var demektir. Lateks olmayan prezervatifler HIV virüsü de içinde olmak üzere cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıklara karşı koruyucu değildir.

ÖNLEM
Önemsiz tahriş ve iltihaplar çoğu kez temizlikle, özellikle sünnet olmadınızsa, cinsel ilişkiden sonraki temizlikle önlenebilir. Sabun ve suyla yıkamaktan başka özel bir şey yapılması gerekmez.

Facebook'ta Paylaş

SAĞLIKLI GIDA TÜKETİMİNİN 5 ANAHTARI


Sağlıklı gıda tüketiminin 5 anahtarı, Temizlik, doğru pişirme, uygun şartlarda saklama, çiğ-pişmiş gıda ayırımının doğru yapılması ile taze ve sağlıklı hammadde temini” olarak sıralanıyor.

Gıdaların 70 derecede pişirilmesi tüketim için uygun bulunuyor. Çiğ gıdaların hazırlanmasında kullanılan bıçak ve kesim tahtalarının mutlaka ayrı olması gerekiyor. Gıdaların çok uzun süre buzdolabında saklanmaması, donmuş ürünlerin oda sıcaklığında çözdürülmemesi tavsiye ediliyor.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nün (KORGEM) hazırladığı broşüre göre; sağlıklı gıda tüketiminin ilk şartı, gıdaları hazırlamaya başlamadan önceki kişisel temizlik...

TEMİZLİK
Buna göre, gıdalar hazırlanmadan, önce ellerin yıkanması gerekiyor ve hazırlama esnasında da yıkama işlemenin sık sık tekrarlanması gerekiyor. Ayrıca, gıda hazırlamada kullanılan tüm yüzeylerin ve aletlerin yıkanması ve sanitasyonunun (sağlık önlemleri) sağlanması, mutfakların sinek, böcek ve diğer hayvanlara karşı korunması gerekiyor.

Birçok mikroorganizmalar hastalık sebebi olmamakla beraber toprak, su, hayvan ve insanda oldukça geniş ölçüde bulunuyor. Bu mikroorganizmalar ellerle, giysilerde, kullanılan araç-gereçle gıdaya taşınıyor ve gıda kaynaklı hastalıklara sebep oluyor.

PİŞMİŞ GIDALARLA ÇİĞ GIDALARIN AYRILMASI GEREKİYOR
Gıdaların hazırlanma aşamasında taze et, kanatlı et ve deniz ürünlerinin diğer gıdalardan ayrılması gerekiyor. Özellikle çiğ gıdaların hazırlanmasında kullanılan bıçak ve kesim tahtalarının mutlaka ayrı olması gerekiyor.

Ayrıca, hazırlanmış gıdalar ile çiğ gıdaların birbirinden ayrılacak şekilde kapalı kaplarda saklanması gerekiyor. Çünkü, çiğ gıdalar özellikle et, kanatlı et ve deniz ürünleri ile bunların suları tehlikeli mikroorganizmalar içeriyorlar. Bu mikroorganizmalar gıdaların hazırlanması ve saklanması sırasında diğer gıdalara geçebiliyorlar.

UYGUN PİŞİRME
Özellikle et, kanatlı et, yumurta ve deniz ürünleri gibi gıdaların uygun pişirilmesi gerekiyor. Gıdaların kaynatılmasında en az 70 dereceye ulaşılması, et ve kanatlı etlerin sularının pembe değil, berrak olmasına dikkat edilmesi gerekiyor. Uygun pişirme hemen hemen tüm tehlikeli mikroorganizmaları öldürüyor.

Konuyla ilgili yapılan araştırmalar da gıdaların 70 derecede pişirilmesinin tüketim için güvenli olacağını gösteriyor.

GIDALARIN GÜVENLİ SICAKLIKLARDA SAKLANMASI
Pişmiş gıdaların 2 saatten fazla oda sıcaklığında bırakılmaması, pişmiş ve hassas gıdaların 5 derecenin altında soğutulması, servis sırasında ise pişmiş gıdaların 60 derecenin üzerinde ısıtılması gerekiyor.

Gıdaların çok uzun süre buzdolabında saklanmaması, donmuş ürünlerin oda sıcaklığında çözdürülmemesi tavsiye ediliyor.Gıdalar oda sıcaklığında saklandıkları zaman mikroorganizmalar çok çabuk çoğalıyorlar. Mikroorganizmaların 5 derecenin altında, 60 derecenin üstünde gelişmesi yavaşlıyor veya duruyor. Bazı mikroorganizmalar ise 5 derecenin altında büyümeye devam ediyor.

HAMMADDE KULLANIMI
Taze ve sağlıklı gıda seçmeye özen göstermek, gıdaların hazırlanmasında temiz su kullanmak, özellikle taze yenecek meyve ve sebzelerin akan su altında yıkanması gerekiyor.

Buz ve su dahil olmak üzere hammaddeler tehlikeli mikroorganizmalar ve kimyasallar bulamış olabiliyor. Toksinler zedelenmiş ve küflenmiş gıdalarda oluşabiliyor. Hammadde seçiminde dikkatli olunması yıkama ve soyma işlemleri ile doğabilecek risklerin azaltılması gerekiyor.

Facebook'ta Paylaş

29 Eylül, 2008

KIŞIN ÇORBA İÇİN!


Bazal metabolizmanın değiştiği kış aylarında, vücut ısısının normale dönmesi için alınan yüksek enerjili gıdalar, aşırı kiloya neden oluyor. En iyisi çorba içmek!

Kış aylarında havaların soğuması, vücudun bazal metabolizması üzerinde olumsuz etki yapıyor. Soğuğa karşı ısısı değişmeye başlayan vücut, normal ısı düzeyine ulaşmak ve kendisini ayarlamak için, alınanın yanı sıra fazladan enerjiye ihtiyaç duyuyor.

Enerjiye ihtiyaç duyulması nedeniyle kişilerin yeme isteği artar ve enerji seviyesi yüksek olan karbonhidratlı yiyeceklere yönelinir.

Soğuk havalarda çok yemenin yanı sıra evden ya da çalışılan yerden dışarı fazla çıkılmadığı için hareketsizliğe neden oluyor, yenilenlerin eritilmemesine ve kilo alınmasına yol açıyor.

KIŞ MEVSİMİNDE EN AZ 5 KİLO
Bazal metabolizmanın değiştiği kış aylarında, vücut ısısının normale dönmesi için alınan yüksek enerjili gıdalar ve hareketsizlik nedeniyle çok sayıda kişinin kış dönemini en az 5 kilo fazlalık ile kapatıyor, vücudun kilo alma alışkanlığı kazanması durumunda tehlikeli hastalıklara yakalanma riskide artıyor.

Aşırı kilonun tansiyon, şeker, damar tıkanıklığı ve kalp rahatsızlıkları gibi çok sayıda hastalığa yol açabiliyor, bu nedenle dikkatli olunması gerekiyor kış aylarında kilo almanın önüne geçebilmek için tok tutucu özelliği olan çorbanın her öğünde tüketilmesi gerekiyor.

Hamurlu ve yağlı yiyeceklerden uzak durulması gerekiyor, ''Akşamın geç saatlerinde yeme isteğine karşı iradeli davranılmalı, açlık, yiyecek yerine içeceklerle geçiştirilmelidir. Gün boyunca sebze ve meyve ağırlıklı beslenmeli, hamur tatlılar yerine sütlü tatlılar tüketilmelidir''


Facebook'ta Paylaş

28 Eylül, 2008

ANDROPOZ


İleri yaş erkeklerdeki testesteron yani erkeklik hormonundaki düşüş, andropoz olarak değerlendirilmektedir. Bu durumda erkeklik hormonu tamamen ortadan kalkmaz. Buna ‘androjen yetersizlik sendromu’ adı verilir. Erkeklerde bu olay kadınlardaki gibi bıçak sırtı bir gelişim göstermemekte sadece erkeklik hormonunun azalmasına bağlı olarak bazı belirtileri de beraberinde getirmektedir.

Genelde 40 yaşlarından itibaren bir erkeğin vücudu senede %1 oranında daha az testosteron hormonu üretmeye başlar. Bu hormon kasların ve kemiklerin gücünü, vücuttaki yağ dağılımını, sperm üretimini, seks enerjisini ve vücudun büyümesini sağlayan temel hormondur. Bir çok erkekte hormon seviyesi düşer ama gerçekte yaşamları boyunca vücudun ihtiyacı olan normal seviyesini korur (yani kadınlardaki gibi birden kesilmez).

Andropoz, erkekler için önlenemez bir süreçtir. Hayatın ilerleyen dönümlerinde ortaya çıkan doğal bir gidişattır ve yalnızca bunun hekim kontrolü ile hayat kalitesini düşürmesine izin verilmeden yaşanması söz konusu olabilir. Yaş büyümesi ile prostat büyümesi adayı olan erkeklerde, dışarıdan erkeklik hormonu takviyesi ile prostat kanseri riski de kendini göstermektedir. Prostat kanseri testesteron ile beslenen bir kanser türü olduğu için bu hastalarda öncelikle erkeklik hormonunun yok edilmesine yönelik tedaviler uygulanıyor. Testesteron yüksekliğinin prostat kanserine yol açtığı ispat edilmemiş olsa da, hastada tanı konulmamış bir prostat kanseri varsa bu durum, hastalığın alevlenerek çok hızlı ilerlemesine yol açmaktadır.

Testesteron hormonu, iyi huylu prostat büyümesi riskini artırmaktadır. Ancak hastaların, sıkı bir takip altında erkeklik hormonu takviyesi almalarında bir sakınca yoktur. Tedavide kullanılacak hormonun dozu da, hekim tarafından belirlenmelidir.

ANDROPOZUN BELİRTİLERİ;
Andropoz, psikolojik ve bedensel belirtiler ile cinsel yakınmalar ile kendini gösterir.
Psikolojik belirtilerinde; depresif bir ruh hali, sinirlilik, kaygı, motivasyonda azalma ve kronik yorgunluk hissi görülür. Hafıza da olumsuz etkilendiği için unutkanlık problemleri ortaya çıkmaktadır. Hastada var olan bir zihinsel problem andropoz ile tetiklenir.

Bedensel belirtilerinde; ani ateş basmaları, yaygın kas ve eklem ağrıları, uyku ihtiyacının artması, halsizlik, işe konsantre olamama gibi durumlar ortaya çıkar. Karında 10-15 kg yağ tutulması görülür.

Seksüel belirtilerde; Testislerde küçülme ve sertleşme ( testosteron azalmaz ), Ereksiyonda güçlük olduğunda uzama, Yavaş ve güçsüz meni çıkarma, erkeklik hormonunun düşüklüğü sonrası libido denilen cinsel isteğin azalması görülmektedir. Andropozda ereksiyon problemleri çok sık görülmektedir.

Erkeklerde ileri yaşın getirdiği osteoporoz durumları yani kemik erimesi, andropoz ile ortaya çıkan durumlardan biridir.

Bu değişimleri etkileyen en önemli faktörler ise şöyle sıralanabilir ;
· Vücut değişimleri, kas gücünde azalma, çabuk yorulma
· Kalp-damar hastalıkları
· Solunum sistemi hastalıkları
· Şeker hastalığı
· Dejeneratif eklem hastalıkları
· Prostat hastalıkları, operasyonlar
· Kullanılan bazı ilaçlar ( tansiyon, depresyon vb.)
· Alkol, sigara
· Başarısızlık korkusu
· Cinsel ilişki sırasında ölme korkusu
· Monotonluk
·Beklentilerin azalması
·Toplumun yaşlı cinselliğini yok farz etmesi
·Kendine ait bir mekana sahip olamama Sosyo-ekonomik güçlükler

BU DEĞİŞİMLERİ YAŞAYAN ERKEĞİN HAYATINDA NELER OLUYOR?
Çocuklar kendi yaşamlarını kuruyor ve evden gidiyorlar,
Anne-babalar vefat ediyorlar,
İş imkanları gittikçe bitiyor,
Evlilikler yıkılıyor,
Dostlar hastalanmaya başlıyor,
Ümitler bitiyor Hayaller gerçekleştirilmeden yaşam bitmiş oluyor.

TEDAVİSİ
Hastaya erkekli hormonu dışarıdan tablet, iğne ya da cilde yapıştırılan yavaş emilimli bantlar ile verilerek andropoz ile ortaya çıkan bedensel belirtilerin düzeldiği, hastanın kendine güven hissinin geri geldiği, fiziksel ve konsantrasyon gücünün arttığı, cinsel arzudaki azalmanın kaybolduğu bilinmektedir.Herşeyden önemlisi, andropozu atlatabilmek için ne yazık ki kişinin önce içinde bulunduğu durumu kabullenmesi gerekiyor. Aile bireylerinin anlayışlı olmaları önemli bir etken. Baba ve Koca olarak hala varlığını koruduğunu hissetmek, evdeki herkesin kendisine saygı ve sevgi ile destek olduğunu düşünmek kişinin kendini iyi hissetmesini sağlayabilir. Ayrıca yaşamdaki stresi ve üzüntüleri azaltmak etkili olabilir. Diğer taraftan seksi dostluk, sevgi, içtenlik gibi farklı boyutlarda yaşamayı öğrenmek, çiftlerin bu sorunu daha sorunsuz atlatmasını sağlayabilir.

Facebook'ta Paylaş

27 Eylül, 2008

CİLT BAKIMI


Burada uygulayacağınız yöntemler biraz cebizi okşayacak ama iyi sonuçları beraberinde getirecek ve yüzünüzü kara çıkarmayacak :)
Cildinizi çevrenin olumsuz etkilerinden, kurumalardan ve dökülmelerden aşağıdaki yöntemle koruyabilirsiniz.

1. Sıcağa karşı daha dayanıklı olun.
Yaz havaları vücudun yağ düzenini bozar. Bu sorunu halletmek için az yağlı cilt temizleyicileri, nemlendiricileri ve fondotenleri tercih edin. Cildiniz hala çok yağlıysa, yüzünüzün T bölgesini (alın, burun ve çene) alkolsüz tonikle her sabah temizleyin.

2. Parlatıcı kullanın.
Kozmetik dükkanları parlatıcı ürünlerle dolup taşıyor. Sizde vücudunuzun ölü derisinin daha kolay dökülmesini ve daha ferah hissetmenizi sağlayacak C vitamini veya alfa hidroksitasit içeren temizleyizi veya nemlendiricileri kullanarak daha bakımlı bir cilde sahip olabilirsiniz.

3. Güneşin zararlı etkilerinden korunun.
Çoktan yanmış olsanız veya hava kapalı olsa bile hergün 15 veya üzeri koruma faktörlü nemlendiricilerden kullanın. Eğer tercih ettiğiniz nemlendirici koruma faktörlü değilse nemlendiricinin üzerine az yağlı sunscreen sürebilirsiniz.

4. Doğru güneş koruyucuyu seçin.
Gününüzü dışarıda güneşin altında geçirecekseniz cildinizi UVA ve UVB ışınlarından yeterince koruduğunuza emin olmanız gerekir. Bunu titanyumdioksit, demiroksit ve parson 1789 içeren az yağlı ürünler kullanarak sağlayabilirsiniz. Ürünü cildinizin yeterince absorplayabilmesi için dışarı çıkmadan yarım saat önce sürün.

5. Dudaklarınıza da bakım yapın.
Dudaklar vücudun güneşe karşı en hassas bölgesidir. Dudaklarınızı güneşin olumsuz etkilerinden korumak için rujunuzun sürmeden önce SPF içeren dudak merhemi kullanabilirsiniz veya SPFli rujları tercih edebilirsiniz.

6. Vücudunuzun verebileceği olumsuz tepkileri engelleyin.
Güneşten korunmanızı sağlayacak ağır kremler gözeneklerinizin kapanmasını ve bunun cildinizi olumsuz etkilemesini sağlayabilir. Cildinizi düzenli olarak vücut şampuanlarıyla temizleyin. Banyo tuzları da vücudunuzun ölü hücrelerini uzaklaştıracağından iyi bir temizlik sağlayabilir.

7. Baştan ayağa nemlendirici kullanın.
Her duştan sonra vücudunuz ıslakken vücut losyonu sürün ve sonra hafifçe kurulayın. Fazla yüzen biriyseniz klorun ve tuzlu suyun kurutucu etkisini azaltmak için petrolatum veya kakao yağı içeren hidratlı nemlendiricileri tercih edebilirsiniz.

8. Bacaklarınızı tahrişlerden koruyun.
Bacaklarınızı traş etmek yaz aylarında bir zorunluluk. Fakat bacaklarınızda bulunan yaraların daha da tahriş olmasına sebep olabilir. Banyo yaparken değil de duş aldığınızda bacaklarınızı traş ederek cildin kabarıp tüyleri saklamasını engelleyebilirsiniz. Sabun yerine vücut şampuanlarını kullanarak cildinizin daha yumuşak ve kaygan olmasını sağlayabilirsiniz.

9. Bikini bölgenizin çirkin görünmesini engelleyin.
Traş edilerek ya da ağdayla alınan tüyler uzamaya başladıklarında bikini bölgenizin çirkin görünmesini sağlayabilir. Tüy dökücü kremler kullanarak tüylerin kökten değil de yüzeyden alınmasını sağlayabilir, bikini bölgenizin çirkin görünmesini engelleyebilirsiniz.

10. Bronzlaştırıcı kullanın.
Son dönemde kullanımı yaygınlaşan bronzlaştırıcılar kullanım ve görünüm açısından daha iyi sonuçlar veriyor. Bronzlaştıcıları önce vücudunuzun ufak bir bölgesinde kontrol ettikten sonra vücudunuza uygulayın. Sonuç istediğiniz gibiyse ürünü bir pamuk yardımıyla vücudunuza iyice sürün.


Facebook'ta Paylaş

26 Eylül, 2008

SELÜLİT (Hidrolipodistrofi)


Derinin alt tabakasında, yağ dokusunun hemen çevresinde oluşan ve derinin üst bölümünde pütür pütür görüntü bırakan bir hastalıktır. İki parmak arasında kıstırıldığında, cildin dış tabakasında girinti ve çıkıntılar meydana gelir ki, tıpta buna “portakal kabuğu görünümü” denir.

Uyluğun üst kısmı, dizin ve bileğin iç kısımları, kaba et ve baldırların arkası ve üst bacaklara genelde süvari pantolonu şeklinde yerleşir. Selülit tüm zayıflama rejimlerine karşı dirençlidir. Özel bir tedavi gerektirir, kendi kendine geçmez. Termografi, ekografi ve manyetik rezonans yöntemleri ile teşhs edilebilir.

Selülit ağrılı olabilir. Ağrının şiddeti Selülitin sinir liflerinin üzerine yapmış olduğu basınç derecesiyle orantılıdır. Selülit, zayıf, hatta çok zayıf kadınlarda bile görülebilir.

Selülit üç elemandan oluşur:
1-Dayanıklı hale gelmiş bölmeli bir konjonktif doku.
2-Su molekülleri ve tuz molekülleri.
3-Konjonktif doku içine hapsolmuş yağ hücreleri birikintileri. Bu bölgesel yağ birikimi, cildin hareketliliğinin azalması ve kalınlığının artmasıyla kendini gösterir. Elle dokunulduğunda cilt pütürlü, sertleşmiş ve muntazam olmayan bir görüntü verir.

Selülitin evreleri;
1.Dönem:
Ayaktayken ve yatarken selülit belirtisi gözlenmez. Cilt sıkıştırıldığında portakal kabuğu görüntüsü izlenir.
2.Dönem: Yatarken herhangi bir portakal kabuğu görüntüsü gözlenmez. Ayakta iken portakal kabuğu görüntüsü oluşur.
3.Dönem: Ayakta ve yatarken ciltte sıkıştırılmasına gerek kalmadan portakal kabuğu görüntüsü olur.

Selülit üç aşamada gelişir:
1. Dolaşım bozukluğudur, damarlardan çıkan su dokulara dolar. Dokular acılı ve duyarlıdırlar. Ödemli denilen bu devrede başarılı bir şekilde tedavi yapılabilir. Bu devrede tedavi yöntemi mezoterapidir.
2. Ödem daha da fazlalaşır. Bu aşamada selüliti buradan atmak oldukça güç olmasına karşın, tıpta mezoterapi ile başarılı bir tedavi mümkün olabilir.
3. Dokularda biriken yağ, su ve tuz molekülleri organizma tarafından kullanılamaz ve selülit yerleşir.

Selülit ağrılı olabilir. Ağrının şiddeti Selülitin sinir liflerinin üzerine yapmış olduğu basınç derecesiyle orantılıdır.
Selülit, zayıf, hatta çok zayıf kadınlarda bile görülebilir.

SELÜLİTİN SEBEPLERİ
Hormonal Nedenler:
Vücudumuzun salgıladığı hormon miktarları, çeşitli sebepler ile değişebilir ve bu durum hücre aralığında biriken sıvı miktarının artışına sebep olur. Östrojen hormonundaki artışlar selülit oluşumunda en önemli rollerden birini oynar.

Soya çekim: Kişi selülitli doğmaz. Ne bebek, ne de çocuklarda selülit vardır. Selülit gerçek olarak erişkinlik döneminde ortaya çıkar. Ancak selülitte kalıtımın önemli rolü vardır. Kalıtımın kesin surette etkili olabilmesi için, hem anne hem de babada yağ fazlalığına ilişkin sorunların bulunması gerekir. Bu durumda kişinin, ilk ergenlik belirtilerinden itibaren ve daha sonra da yaşamının değişik evrelerinde, örneğin gebelik ve menopoz gibi hormonal açıdan çok önemli zamanlarda da izlenmesi gerekir.

Hamilelik: Vakaların çoğunda hamilelik gerçekten selülitin belirmesine neden olur. Çünkü doğumdan önce ve doğumdan sonra meydana gelen hormonal değişimler, gerçek bir dengesizliğin kaynağıdır. Doğumdan sonra selülit biraz azalsa da bir miktar selülit birikimi kalır.

Dolaşım Bozukluğu (damar yetmezliği): Selülit ve damar yetmezliği birbirine paralel gider. Yani Selülit damar yollarında oluşur ve damarları sarar, sıkar. Bu durum kan dolaşımını daha da zorlaştırır ve varisler meydana gelir. Bu da damar yetmezliği, selülit, varis, daha ileri derecede damar yetmezliği olarak gittikçe ciddi boyutlara varır.

Beslenme Bozukluğu; Sağlıksız beslenme de selülit oluşumunu hızlandırır. Fast food ve hazır gıdalara dayalı beslenme şekli cilt yapımızı kötü yönde etlkiler.Hayvansal yağlar, tuz ve şeker dokularda su tutulmasını sağlar ve toksik maddelerin atılımını zorlaştırır. Sigara ve alkol kullanımı da doku yenilenmesindeki negatif etkisi ile selülit oluşumuna katkıda bulunur.

Kabızlık, hipotiroid, doğum kontrol hapı kullanımı, karaciğerin kötü fonksiyonu ve sinirsel düzensizlik... v.s.

SELÜLİT OLUŞUMUNU NASIL ENGELLERİZ?
Beslenme;
Dengeli ve sağlıklı beslenmek şarttır. Kalori ve yağ oranı yüksek gıdalardan uzak durmalı, tuz ve seker tuketimi azaltılmalıdır. Bunun yanında bol sebze ve meyve tuketılmelidir. Zehirli ve atık maddelerin vücuttan atılması için bol su içilmelidir.

Spor; Kan dolaşımını düzenlemek ve durağan olmaktan kaynaklanan deformasyonu gidermek için spor yapılmalıdır. Egzersiz yapılarak vücudun fazla yağlarını yakması sağlanmalıdır.

Duruş ve giyim tarzı; Duruş bozuklukları ve giyim tarzı, dolaşım sisteminin ritmini bozar. Yanlış duruş halinizde sıkışan iç organlar toksik maddeleri atamaz. Yüksek topuklu ayakkabılar ve dar giyisileri tercih etmek dolaşım sistemini etkileyeceğinden selülit oluşumunu hızlandırır. . Özellikle de yanlış bir oturma şeklinde iç organlar sıkışır. Sonuçta zehirli maddeler vücuttan o kadar çabuk çıkmaz ve atık maddeler dokularda toplanır. Ve deri gevşer, çukurlar oluşur.

KORUNMA
- Kilonuzu koruyun. Günde 1500 kaloriden fazla almamaya çalışın.
- Hareket edin, örneğin jogging yapın, bisiklete binin, yüzün, jimnastik yapın.
- Ayrıca vitamin ve mineral alın. A ve E vitaminleri deriyi düzgünleştirir, magnezyum metabolizmayı harekete geçirir, fosfor ve silisyum dokuları kuvvetlendirir.
- Vücudun fazla suyunu atması için beyaz ve kırmızı turp, maydanoz, kereviz, çilek ve pilav yiyin.- Tuz, şeker, alkol, sigara, koyu çay, çikolata, kızartma ve undan uzak durun.
- Derinin kanla beslenmesini teşvik edin. Örneğin masaj eldiveni ile kendi kendinize yapacağınız masajla, bir sıcak, bir soğuk duşu sorunlu yerlere tutun. Saunanın da yararı vardır.

SELÜLİT TEDAVİSİ
Tedavinin asıl amacı selüliti oluşturan süreci tersine çevirmek ve yağ hücreleri düzeyinde lipolizi (yağ yıkımı)tekrar harekete geçirmektir. Yani, birikimi ortadan kaldırmak, lenf ve kan dolaşımını rahatlatmak, lipoliz mekanizmasını tekrar harekete geçirmektir.Beslenme ne kadar fazla tek yönlü olursa, selülite o kadar çabuk aday olursunuz. Özellikle de Fast Food`a ve hazır yemeklere karşı olan eğilimimiz dokuları kötü yönde etkiler. Hayvansal yağlar, şeker ve tuz da en kötü düşmanlarımız. Bunlar yağ hücrelerini şişiriyorlar, dokularda su yapıyorlar ve vücudun atıklardan temizlenmesini önlüyorlar. Özellikle de yağlar doyma hissini büyük ölçüde etkiliyor. Örneğin, mayonezli patates salatası veya kızartması yerken "doydum" sinyali karbonhidratlı bir öğünden (örneğin spagetti) çok daha geç gelir. Sonuçta daha fazla yeriz ve dokulardaki yağ depolarını aşırı derecede besleriz. Hücreler şekilsiz bir kütle haline gelir ve on kat daha büyür. Bu nedenle yemek listenizde taze, yağsız ve besleyici maddeleri fazla olan yiyecekler bulunmalıdır. Meyve, sebze, kepek, çavdar ürünleri ve baklagiller gibi. Bu besinlerde bir yanda dokuları atık maddelerden temizleyen, öte yanda hücrelere besleyici maddelerin naklini çabuklaştıran fazla miktarda potasyum vardır. Portakal, muz, karpuz, avokado, havuç, şalgam, fasulye, bezelye ve patates fazla miktarda potasyum içerirler.

Selülit tedavisinde en etkin yöntem masajdır. Çünkü masaj kan ve lenf dolaşımını harekete geçirerek dokuların oksijenlenmesini sağlar. Selülit tedavisinde etkili olan iki tür masaj vardır.

Dolaşım masajları: Kan ve lenfatik dolaşıma yöneliktir. Bu masaj deri altı kan dolaşımını aktive ederek, dokunun canlanmasını sağlar.

Lenf drenajı masajları: Bu masajlar özellikle lenf dolaşımı üzerinde etkilidir. Masajın, hem elle, hem de aletle uygulanan şekilleri vardır. Elle olan daha yüzeysel olurken, aletli masajın derinlemesine bir etkisi vardır. Her iki masaj sonunda hücrelere bolca oksijen gider ve toksinlerin vücuttan atılması kolaylaşır.

Akupunktur: Organizmanın değişik fonksiyonlarının hepsinin kumandasının kulakta bulunduğu savı ile tedavi edilir. Akupunktur ile bu fonksiyonlar harekete geçirilir. Bu fonksiyonların arasında su birikmesine neden olanlar da aktive edilir.

Ozon terapi - Ozon banyosu: Ozon terapi, hücre oksijenlenmesini baz alarak, başarılı bir şekilde selülit tedavisinde de uygulanır. Artıklarla dolu olan selülit hücrelerini oksijen ile temizlemeye yönelik bir programdır. Ozon terapi bir kabın içerisinde gerçekleşir. Bu sırada ozon buharın epiderm tabakaya kadar girip o bölgenin oksijen ile dolmasını sağlayarak, dokusal kan dolaşımını aktive eder.

Lazer terapi: Lazer terapi ikiye ayrılır; soğuk lazer ve sıcak lazer. Soğuk lazer, helyum neon lazer olarak da anılır. Selülitli bölgedeki hücreler üzerine uygulanır. Lazer, burada hücreleri geçerek değişimleri hızlandırıp, o bölgede su tutulmasını engeller. Sıcak lazer, selülitin oluştuğu hareketsiz bölgeye uygulanarak, orada bulunan dokuların dolaşımını sağlar.

Ultrason: Fark edilemeyecek kadar küçük yağları bile derinliğine yakalayıp, parçalamayı başarır. Daha fazla yağlanmanın olduğu bölgelerde de daha derine gidilerek lenfleri uyarır.

Basınç terapisi: Bu metotta bacaklar sarılır. Hava basıncı ile çalışan bir odaya girilir. Çok dikkatlice yavaş yavaş, hava basıncı azaltılır. Bununla da lenfatik dolaşım ve kan dolaşımı harekete geçer. Tabi burada önemli olan kişiye özel bir programlama yaparak, herkesin ihtiyaçlarına uygun bir tedavi uygulamaktır.

Mezoterapi: Bu yöntemde, sıvı haldeki ilaçların şırınga darbeleriyle uygulanması esastır. Daha yeni bir versiyonu da homeopati yöntemini kullanarak, tahmin sistemini çalıştırmak ve öngörüden yararlanarak uygulama yapmaktır. Hiç yan etkisi olmayan naturel maddelerden faydalanılmalıdır.

Lipoelektro: Bu, uzun iğnelerden yararlanmak suretiyle yapılan bir yöntemdir. Uzun, çok ince uçlu ve keskin iğnelerle uygulanır. Elektro ile yağlı bölge arasında bir bağlantı kurulur. Çok düşük düzeyde çalıştırılarak, Selülitli bölge üzerinde çalışılır. Bu bölge üzerinde, düzenli ve sık aralıklarla işlem yapılır. İğne, Selülitli bölgedeki yağları parçalar ve yağları ortaya çıkartır ve aşırıya kaçmadan bunlar boşaltılır.

ŞİŞMANLIK İLE SELÜLİT ARASINDAKİ FARK
Bu ikisini kesinlikle karıştırmamak gerekir. Eğer kişi şişmansa mutlaka selüliti de vardır. Ama selülit cildin derin dokularını bile etkileyen, temelde hormonal kökenli özel bir bozukluktur. Ve bu bozukluk, son derece zayıf kadınlarda bile görülebilir. Fazla kiloların tüm vücuda yayılmasına karşın selülit, bacak, baldır, kol gibi belirli bölgelerde görülür.

BİRKAÇ ÖNERİ:
Kendi kendinize şu masajı yapın; masaja okşama hareketleriyle başlayın. Üst uyluklara önce bir, sonra iki elinizle yumuşak bir şekilde aşağıdan yukarı doğru kalçalarınıza kadar masaj yapın. Daha sonra derinizi sıkıştırmadan baş ve işaret parmaklarınızın arasına alın ve yoğurur gibi masaj yapın ve bu arada dizlerin iç tarafını unutmayın. Antiselülit kremlerinin dokulara etkisi, daha önce masaj yapıldığı takdirde iki kat daha fazla olur. Nedeni, lenf ve kanın harekete geçmesidir.

Duruş hatalarını bilinçli olarak dengelemek için sırt egzersizlerinin yararı vardır. Haftada iki kere jogging ve bisiklete binmeyle buna yardımcı olun. Ve şunu unutmayın dik durma vücudu uzatır ve daha zayıf görünürsünüz.

Rejim, su açısından zengin, tuz açısından zayıf olmalıdır. Selülit tedavisinde tuzu asgari düzeye indirmek gerekir. Balık, kabuklu deniz ürünleri, kümes hayvanı ve yumurta yenilerek protein açısından zengin bir beslenme uygulanır. Şekerlemeler, hamur işleri, bakliyat kaldırılmalı, alkolden uzak durulmalıdır.

Sert sporlar, vücudun belirli bir kısmını çalıştıran ve düzensiz yapılan sporlar hiçbir işe yaramaz. Selülite karşı en etkili sporlar tempolu yürüme ve yüzmedir. Fakat tıbbi olarak, bütün sporlar içinde en iyisi jimnastiktir.Toksinleri ve zararlı maddeleri vücuttan atmak için, günde ortalama 1.5 litre su içmek gerekir. Ancak bu, herkes aynı miktarda su içecek demek değildir. Çünkü her insanın gereksinim duyduğu miktar farklıdır. Genel olarak içilecek sıvı miktarı kiloyla da ilişkilidir. 90 kiloluk bir kişi fazla zorlanmadan bir günde 3 litre su içebilir. Oysa 50 kiloluk biri için bu miktar fazla gelebilir.

BİLİYOR MUYDUNUZ?
Kafein yağı ayrıştıran enzimleri harekete geçirir ve bununla birlikte lenf akışını kolaylaştırır. Su en iyi temizleyici maddedir. Bol su içmek dokuları zehirli ve atık maddelerden temizler. Ayrıca kalsiyum, potasyum, demir ve magnezyum gibi maddeler dokuları sıkılaştırırlar. Bunların etkisini dışarıdan kullanılan antiselülit ürünleri kuvvetlendirir. Aynı zamanda vücudun atıklardan temizlenmesinde de etkili olur.
-------------------------------------------------------------------------------------
Erkeklerde selülit olmamasının en önemli nedeni onlarda başka hormonların, özellikle de yağlı hücre oluşumunda hiçbir etkisi olmayan erkeklik hormonunun bulunmasıdır.
-------------------------------------------------------------------------------------


Facebook'ta Paylaş

25 Eylül, 2008

ASTİGMAT


Genellikle doğuştandır. Bununla birlikte, cerrahi girişimlerle saydam tabakanın kesilmesine, saydam tabakada iltihaplanma ya da travmaya bağlı olarak da çıkabilir. Olguların en azından %90’ında astigmatlığın düzeltilmesi kolay değildir. Saydam tabaka eğriliğinde ağır bir bozukluk yoksa, kişi kırılma kusurunun farkında olmayabilir. Çünkü refleks olarak görüntüyü iki dikey düzlemden birinin üstünde uyum yaparak birleştirir. Bu nedenle, astigmatlıkta genellikle iki odak uzaklığı arasında uyum sağlamak için sürekli değişen odaklanmaya bağlı yakınmalar ortaya çıkar. Hasta bu yorgunluk nedeniyle, baş ağrısı , göz kürelerinde ağrı , gözlerde ağırlık hissi ve yanmadan yakınır. Göz akları kızarmıştır. Bu yakınmalar örneğin, film izlerken artar. Gözleri sağlıklı kişilerde, saydam tabaka bir küre dilimi şeklinde ve eğriliği her yöne doğru aynıdır. Bu sayede ışınlar bütün doğrultularda aynı oranda kırılarak odak noktasına yönelir. Saydam tabakanın eğriliği tüm yönlere eşit biçimde dağılmıyorsa ve özellikle birbirini dik açıyla kesen doğrultular arasında eğrilik farkı varsa,ışınlar merceği geçerken farklı oranda kırılırlar. Astigmatizmayı , nokta şeklinde bir cismin görüntüsünün birbirine dik iki ayrı düzlemde olması diye tanımlayabiliriz.

BELİRTİLER
Astigmat‘ı olan kişiler uzak ve veya yakında bulanık veya gölgeli görürler. Görüntü hiçbir zaman keskin değildir. Bir yönde net olan çizgiler 90 derece aksinde bulanık görülebilirler. Mesela pencerenin dik kenarları netken yatay kenarları bulanık görülebilir. Daha net görme eforu baş ağrısı ve göz etrafında ağrı ,baskı yapabilir ve kişi kolay yorulup işi bırakmak zorunda kalabilir. Astigmatism değişik dercelerde olabilir ve gözlük veya lens takanların %30-40 ında astigmat bulunur. Astigmat tek başına olabileceği gibi miyop veya hipermetropla birlikte olabilir.

TEDAVİ SEÇENEKLERİ
Belli bir dereceye kadar ve şikayet yoksa tevdavi gerektirmez.

GÖZLÜK -KONTAKT LENS
En iyi görme düzeltmesini sert veya yarı sert lensler sağlar.Fakat alışması daha zor ve özellikle tozlu ortamlarda daha rahatsız olduğu için TORIC denilen yumuşak lensler tercih edimektedir.Yine de bazı durumlarda toric lens ile iyi görme sağlanamıyabilir ve sert türde lens gerekebilir. Keratokonusa bağlı astigmatlar ender olarak yumuşak toric lenslerle ,bazen basit gazgeçirgen sert lenslerle ve daha ileri safhasında özel kalıplı gaz geçirgen sert lenslerle düzeltilir.Eğer bu tür lenslerle de iyi görme sağlanamıyor veya lens tahriş ediyor veya oturtulamıyorsa kornea nakli söz konusu olabilir.

LAZER
Lasik ve PRK nın her birinin tek başına uygun olmadığı ve her ikisinin avantajlarını birlikte kullanabileceğimiz laser türü olarak aynı,ön hazırlıklar ve ameliyat sonrası bakımları PRK ya benzer,sadece laser öncesi yüzey tedavisinin farklı olduğu metodlardır.


Facebook'ta Paylaş

GRİP (İnfluenza - Flu)


Her yıl milyonlarca kişiyi etkileyen bir solunum yolu akut enfeksiyonudur. Oldukça bulaşıcıdır. Her yaş grubunu etkiler. Çok hafif belirtilerden hastaneye yatışı gerektirecek hatta ölümcül olabilen ağır enfeksiyonlara kadar farklı seyredebilir. Birçok solunum yolu viral infeksiyonu benzer klinik tabloya yol açabilir. Gribi diğerlerinden ayıran temel özellikler salgınlar yapabilmesi, tüm dünyada salgınlara yol açması ve özellikle alt solunum yolunda olumsuz sonuçlara yol açması, önemli ölçüde iş-gücü ve okul süresinden kayba neden olmasıdır.

GRİP ETKENLERİ:
Grip etkeni virustur. İnfluenza viruslar çekirdek proteinlerindeki antijenik farklılığa göre A, B, ve C olmak üzere 3 tipe ayrılır. İnfluenza A virusu sadece insanları değil kuş türlerini, atları, domuzları da enfekte edebilir. İnfluenza B ve C ise sadece insanlarda hastalığa neden olur. En sık görülen influenza A, daha az oranda B’dir. İnfluenza C virusu çok daha hafif hastalık tablosuna yol açar ve salgınlara yol açmaz. Virus genetik yapısındaki değişiklikler yeni alt tiplerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Virusun en önemli özelliklerinden biri de antijenik değişim göstermesidir. İnfluenza virusu HA ve NA.larına göre alt tiplere ayrılır.
Antijenik shift, genetik yeniden yapılanma sonucu yeni bir virüs alt tipinin sentezlenmesi demektir. Shift sonucu ortaya çıkan yeni virus alt tipine karşı toplumda bağışıklık olmadığından, tüm dünyayı etkileyen ve pandemi diye nitelendirilen geniş salgınlar çıkabilir. Bazı influenza A virusları bazı hayvan türlerine özgü iken, bazıları farklı türlerde hastalık yapabilir. İnfluenza A’nın kuşlarda, domuz ve insanlarda hastalık yapabilmesinin yeni shiftler oluşmasında en önemli rolü oynadığı düşünülmektedir. İnfluenza C tipinde antijenik değişim söz konusu değildir.

NE ZAMAN GÖRÜLÜR?
İklim tipine göre değişir. Ülkemizin de içinde olduğu ılıman iklim bölgelerinde sonbahar sonu, kış aylarında ve ilkbahar başında (Aralık-Nisan) görülür.

NASIL BULAŞIR?
Öksürme, hapşırma ile virus içeren küçük partiküllerin solunması ve yakın temas ile bulaşır. Kuluçka süresi çok kısadır. Virus solunum yollarının iç yüzünü döşeyen hücrelere tutunur ve dökülmesine neden olur. Alınan virusa bağlı olarak 18-72 saatte ortaya çıkabilir. Virusun atılımı 5-10 gün kadar sürer. Solunum yolunda oluşturduğu hasar genellikle iki haftada iyileşir.

KLİNİK BELİRTİLERİ NELERDİR?
Birçok hastalıkta olabilecek belirti ve bulgular gösterir. Kişiye bağlı olarak semptomlar hafif veya ağır seyredebilir. Nezleden farklı olarak burun akıntısı çok daha azdır. Burun tıkanıklığı olabilir ve klinik tablo daha ağırdır. Sadece hafif bir boğaz ağrısı ve hafif bir kırgınlıkla da seyredebilir. En belirgin bulguları: ani başlayan ateş, titreme, başağrısı, göz hareketleriyle ağrı, kas ağrısı ve halsizlik, bitkinlik, terleme, boğaz ağrısı ve iştahsızlıktır. Ateş genellikle 3 gün kadar sürer, 8 güne dek uzayabilir. Kuru öksürük, göğüs kemiği altında ağrı ve yanma hissi olabilir. Çocuklarda yüksek ateş daha fazla olup, solunum sıkıntısı da olabilir. Bulgular 1-2 haftada sonlanır.

OLUMSUZ SONUÇLAR NELERDİR?
Bizzat grip virüsüne bağlı akciğer enfeksiyonu ( viral pnömoni) az da olsa görülebilir. Bu gebelerde ve kalp hastaları olanlarda daha fazladır. Yine daha çok yaşlılarda, kalp ve akciğer hastalarında daha fazla olmak üzere ikincil bakteriyel pnömoniye yol açabilir. Virus solunum yolu epitelini hasara uğrattığı için bazı bakterilerin yerleşimini kolaylaştırır. Özellikle yaşlılarda hayati risk oluşturacak ağır enfeksiyonlara yol açabilir. Akciğer dışında da otit (kulak iltahabı), myozit (kas iltihabı), kalp zarlarında iltihap ve ensefalit (beyin iltihabı), myelit (kemik iltihabı), nadiren Guillian Barre sendromu görülebilir. Daha çok influenza B ile birlikte görülen Reye sendromunda karaciğer ve santral sinir sistemi bulguları görülür. Çocuklarda aspirin alımıyla ilgisi bulunduğu için grip olan çocuklarda aspirin önerilmez.

TANI
Birçok tanı yöntemi vardır. Direkt virus antijen tayinininden, virus hücre kültürlerine ve serolojik yöntemlere kadar. Bu testler için özel laboratuvarlar gereklidir, ayrıca her hastaya uygulanması pratik değildir. Testler daha çok epidemiyolojik veriler için kullanılmaktadır. Grip tanısı hekim tarafından hastanın semptomları ve fizik muayene bulgularına göre konulur.

TEDAVİ
Gribin kesin tedavisi yoktur. Tedavi genelde belirtilere yöneliktir. Ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar kullanılabilir. Aspirinin, gripte kullanımıyla, Reye sendromu olarak adlandırılan, karaciğer ve santral sinir sistemini tutan bir tablo ile ilişkisi kurulduğundan 18 yaş altında önerilmez. Antibiyotik kullanımının yararı yoktur. Eğer sekonder bakteriyel enfeksiyonlar varsa hekimin önereceği antibiyotik kullanılmalıdır. Bugün için semptom süresini azaltan birkaç antiviral ajan bulunmaktadır. Yan etkileri nedeniyle kesinlikle hekim kontrolunda ve risk gruplarında olup aşı yapılamayanlarda , ilk 48 saatte uygulanması gerekir. İstirahat ve düzenli, sağlıklı beslenme önemlidir. Bol su ve sıvı gıdalara ağırlık vermelidir. Ağır, yorucu hareketlerden kaçınılmalıdır. Eğer belirtiler düzelmez, ateş yüksek seyreder veya kişi kendini kötü hissederse hemen bir hekime başvurulması gerekmektedir.

KORUNMA
Kişisel korunma, aşı ve kemoproflaksi olarak adlandırılan ilaçla korunma şeklindedir. Kişisel korunma; grip kalabalık, havalandırma sorunu olan ortamlarda hızla yayılır. Zorunlu olmadıkça, grip salgınları esnasında bu tür ortamlardan uzak durmak gerekir. Hasta olan kişiyle yakın temastan kaçınılmalıdır. El sıkışma, öpüşme, ortak eşya kullanımıyla da bulaşabilir. Sık sık el yıkamak gerekir. Grip aşısının, kimlere yapılması gerektiği ve koruyuculuğu ayrı bir başlık altında ele alınacaktır.


Facebook'ta Paylaş

ALLERJİK NEZLE


Hapşırma, burunda tıkanıklık, kızarıklık, kaşıntı ve akıntı ile seyreden ve toplumda sık görülen bir hastalıktır. Allerjik nezle mevsimsel bir seyir izleyebilir ya da belirtiler yıl boyunca hiç azalmadan devam edebilir.Mevsimsel seyir izleyen tip daha sıktır, ilkbahar ve sonbaharda çeşitli polenlerin ortaya çıkması ile belirtilerde artış gözlenir. Yıl boyunca süren allerjik nezleye ise sebep olarak ev tozu gibi sürekli ortamda bulunabilen allerjenler gösterilmektedir.Allerjik nezlenin tedavisi için temel amaç allerjiye neden olan uyaranın ortamdan uzaklaştırılmasıdır. Polenlerden korunmak için bahar aylarında pencereleri kapalı tutmak ve hava filtresi kullanmak düşünülebilir. Sabah erken saatlerde, kuru ve sıcak havalarda dışarıya çıkmamak polenlerden kaçınmak için çözüm olabilir. Tatil zamanlarını bahar aylarının dışında planlamak da faydalı bir önlem olabilir. Evcil hayvanların tüy, salya, dışkı ve idrarları ile temas etmemeye özen göstermek gerekir. Ev ve işyerinde küf oluşmaması için gerekli önlemler alınmalıdır. Akarlar ev tozu üzerinde yaşarlar ve dışkıları ile allerjik nezleye neden olurlar. Akarları ortamdan uzaklaştırmak için düzenli olarak elektrik süpürgesi ile temizlik yapmak ve yatak takımları ile perdeleri sıcak suyla yıkamak yerinde olacaktır.

KORUNMA YOLLARI:
Başta dengeli beslenme, bol vitamin tüketimi, sebze ve meyvenin bol tüketilmesi.

Allerjik nezle tedavisi için kullanılan birkaç çeşit ilaç vardır;

Antihistaminikler: Sıkça başvurulan ilaçlardır. Histaminin etkisini bloke ederek allerjik nezle belirtilerini önlemeye yönelik bir yaklaşımdır. Fakat histamin salınımı allerjik nezleye yol açan mekanizmalardan sadece bir tanesidir. Antihistaminikler muhtemelen burun akıntısını iyileştirecektir ancak tıkanıklık konusunda fazla bir şey yapamayacaktır. Antihistaminikler yan etki olarak en sık sersemlik hissine yol açarlar.

Dekonjestan: İlaçlar burundaki damarları daraltarak rahatlama sağlamayı hedefler. Bu ilaçlar bazı kişilerde sıkıntı hissi ve uykusuzluğa neden olabilir. Dekonjestan ilaçlar fazla kullanılırsa allerjik nezle belirtilerini daha da kötüleştirebilirler; Örneğin burun tıkanıklığı daha da artabilir.

Buruna Uygulanan Anti-Enflamatuar İlaçlar: Bugün allerjik tedavi için etkin tedavi imkanı sunan ilaçlar olarak görülmektedir. Doğrudan buruna uygulanan Flutikazon propiyonat burun bölgesinde anti enflamatuar etki göstererek tedavi sağlar. Allerjik nezle belirtilerinin temelinde yatan ana neden burundaki enflamasyon olduğu için, bu anti enflamatuar etki burundaki kaşıntı, akıntı, tıkanıklık ve hapşırmanın gerilemesini sağlar. Ağızdan alınarak bütün vücuda dağılmış olan antihistaminik ve dekonjestan ilaçlardan farklı olarak Flutikazon propiyonat, sersemlik hissine yol açmaz. Tedavide ilacı sadece ihtiyaç duyulan bölgeye yani buruna uygulamak mümkün olur.

KİME BAŞVURMAK GEREKİR?
Allerjik nezle konusunda hangi tedaviyi almak gerektiğine başvurulan Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı hekim karar verebilecektir.

BİRKAÇ ÖNERİ:
İlkel olabilir fakat hemen herkesin bildiği iyi bir yöntem:)
Ben gribimde burnum tıkandığında uygularım ve çokta iyi sonuç alıyorum ve size de tavsiye ederim; kaynar suyu bir leğenin içine boşaltın ve burun deliklerinizin tam önüne biraz vicks sürüp başınıza bir örtü örtüp kaynar suyun buharıyla bir müddet başbaşa kalmalısınız 1 - 2 dakika sonra burnunuzun açıldığını hissedeceksiniz :)

Facebook'ta Paylaş

AIDS - HIV


Türkçesi "Edinsel Bağışıklık Yetmezliği Sendromu" olarak ifade edilen AIDS i, çağımızın en korkunç hastalıklarından biri olarak nitelendirebiliriz. AIDS hastalığının etkeni bir virüs olup kısaca HIV olarak adlandırılmaktadır. Bu virüsün 2 tipi vardır; HIV - 1 dünyada en yaygın görülen AIDS etkeni virüsüdür. HIV - 2 ise daha nadir olarak görülür, ancak batı Afrika da sık rastlandığı bildirilmiştir

AIDS, kişiyi hastalıklara karşı koruyan bağışıklık sisteminin zayıflamasından dolayı ortaya çıkan hastalıklar kombinasyonu için kullanılan tıbbi bir tanımdır. Bağışıklık yetmezliği, HIV in neden olduğu enfeksiyon sonrası ortaya çıkar. Bu virüs insanın bağışıklık sistemini bozarak, vücudun normalde dirençli olduğu birçok hastalığa karşı kendini koruyamamasına neden olur. Bağışıklığını kaybetmiş olan insan vücudu, herhangi bir basit solunum yolu enfeksiyonuna, mantar enfeksiyonlarına ve benzerlerine kolayca yenik düşebilmektedir. AIDS, HIV enfeksiyonunun son safhasıdır.

HIV / AIDS tüm dünyada hızla yayılmaktadır. Hastalığa ait özellikler;
  • Her yaştaki insanlarda görülebilir,
  • Kan yoluyla ve cinsel ilişkiyle hızla yayılabilmektedir,
  • Kadınlarda ve erkeklerde, yani her iki cinste de görülebilmektedir,
  • HIV / AIDS in kesin tedavisi halen yoktur,
  • HIV / AIDS in henüz koruyucu bir aşısı da mevcut değildir.



AIDS virüsünü kanında taşıyan kişi ya AIDS taşıyıcısı, ya da AIDS hastası konumundadır. AIDS taşıyıcısı olan bir kişi, hiç bir klinik belirti göstermeden toplum içinde yaşıyabilmektedir. Fakat, belli bir süre sonunda ( ortalama 2 -8 yıl ) taşıyıcı kişi, çeşitli klinik belirtiler göstererek AIDS hastası olmaktadır. AIDS hastasını bekleyen kesin son ise, ( tedavi edici bir ilaç bulunmadığı sürece ) ölümdür.

HIV / AIDS in Bulaşma Yolları:

  • Cinsel ilişki, kanında HIV taşıyan kişiyle cinsel ilişkide ( vajinal, anal veya oral ) bulunmakla HIV bulaşabilir,
  • Kan yoluyla, HIV / AIDS li kişinin kan, kan ürünleri, doku veya organlarının nakliyle bulaşabilir,
  • HIV / AIDS li anneden gebeliği süresince veya doğum esnasında bebeğe HIV geçebilmektedir. Daha az oranda olmakla beraber annenin bebeği emzirmesiyle ( anne sütüyle ) bebeğe HIV bulaşabilir,

HIV Nasıl Bulaşmaz:

  • El sıkışma,
  • Sosyal öpüşme ( yanaktan yanağa ),
  • Kucaklaşma,
  • Başkasının giysisini giyme ile,
  • Tükrük, göz yaşı, ter, öksürük, aksırıkla,
  • Yiyeceklerle, aynı tabak, çatal, kaşık, bardak, aynı tuvalet ve banyoyu kullanma, telefon ve benzerlerini kullanmakla,
  • Toplu taşıma araçlarında olduğu gibi ortak ve kalabalık mekanlarda bulunmakla,
  • Sivrisinek ve her türlü böceğin sokmasıyla,

Yapılan araştırmalarla, hekim ve hemşirelerin olduğu kadar HIV / AIDS li hasta ve hasta yakınlarının da bu konudaki bilgilerinin genelde yetersiz oldukları saptanmıştır. Sağlıkla ilgili her konuda yeterli düzeyde bilgi sahibi olması gereken hemşire ve yardımcı sağlık personeli yanında, hastalığın yayılmasında önemli rolleri olan taşıyıcıların da yayılma ve korunma yolları konusunda bilgi sahibi olması insani bir görev kabul edilmelidir.

KORUNMA YOLLARI
· Cinsel ilişkide kondom kullanınız.
· Cinsel eş sayısının artmasının, hastalık bulaşma riskini de arttırdığını unutmayınız.



Facebook'ta Paylaş

FRENGİ


Treponema pallidum adı verilen bir bakterinin (mikrop) neden olduğu cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır. Tedavi edilmediği takdirde, bu bakteri zaman içerisinde vücuda yayılarak birçok organda hasara neden olur.

FRENGİ YAYGINLIĞI NEDİR?
Frengi en sık rastlanılan cinsel yolla bulaşan hastalıklardan biridir. 1995 yılı Dünya Sağlık Teşkilatı tahminlerine göre her yıl yaklaşık 12 milyon kişi hastalığa yakalanmaktadır. Hastalık en sık Güney ve Güneydoğu Asya'da görülmektedir. Son yıllarda Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan Bağımsızlıklarını Yeni Kazanmış Devletler'de de hastalığın giderek arttığı bildirilmektedir.

FRENGİNİN İLK BELİRTİLERİ NE ZAMAN ORTAYA ÇIKAR?
Hastalık; penis, vajina, anüs (makat) ya da ağız yolu ile bulaşır. Mikrobun sağlam kişiye bulaşmasından sonra ilk belirtiler 10 gün ile 3 ay içerisinde ortaya çıkar. Hastalıkta bir veya daha fazla sayıda, üstü açık, bir santimetre boyutlarında , sert, ağrısız "şankır" adı verilen yaralar oluşur. Bu yaralar, genelde bakterinin ilk bulaştığı cinsel organlar etrafında oluşur. Mikrop daha sonra kan yolu ile bütün vücuda yayılır. Kasık ve boyun lenf bezleri şişebilir.

FRENGİ ŞANKIRI NE ZAMAN ORTADAN KALKAR?
İster tedavi edilsin ister edilmesin frengi şankırı birkaç hafta içerisinde kendiliğinden kaybolur. Tedavi görmeden yaraların iyileşmesi hastalığın iyileşmesi anlamına gelmez. Bu devrede tedavi edilmeyen hastalarda hastalık ilerler.

ŞANKIR DÖNEMİNDE TEDAVİ EDİLMEZ İSE NE OLUR?
Hastalık şankır döneminde tedavi edilmez ise, yaraların ortaya çıkışından itibaren 3-6 hafta içerisinde, ellerde, ayaklarda ve vücudun diğer kısımlarında kırmızılıklar (döküntüler) oluşur. Bu kırmızılıkların olduğu bölgelerde de bakteri bulunmaktadır. Bakteri, fiziksel temas sonucu, bu bölgelerdeki yara, sıyrık gibi kısımlardan sağlam kişiye bulaşabilir. Döküntüler genellikle birkaç hafta ya da ay sonra kendiliğinden ortadan kalkar. Döküntüleri ile birlikte; hafif ateş, yorgunluk, baş ağrısı, boğaz ağrısı gibi belirtiler de bulunabilir. Tedavi edilmeyen vakalarda dahi, bu belitiler kendiliğinden kaybolabilir. Frenginin ikinci dönemi olarak bilinen bu dönem 1-2 yıl devam edebilir.

DÖKÜNTÜ DÖNEMİNDE TEDAVİ EDİLMEZ İSE NE OLUR?
Gerek birinci, gerekse ikinci dönemde tedavi edilmeyen frengi vakalarının üçte birinde, hastalık uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra daha ileri bir döneme gider. Bakteri kalp, gözler, beyin, sinir sistemi, kemikler, eklemler başta olmak üzere vücudun birçok yerinde hasarlara neden olur. Bunun sonucu ruhsal bozukluklar, körlük, felçler ve ölüm meydana gelir.

HAMİLELİKTE BEBEĞE BULAŞIR MI?
Tedavi edilmeyen frengili gebe kadından, bakteri hamilelik esnasında bebeğe bulaşabilir. Bulaşım riski % 70 dolayındadır. Bu gebelerin ise yaklaşık % 25'i, ölü doğum ya da erken dönem bebek ölümü nedeni ile çocuklarını kaybederler.

KAN NAKLİ İLE GEÇER Mİ?
Hastalık mikrobu kanda da bulunduğundan kan donörlerinde frengi testi yapılır. Test sonucu hastalık bulunduğu anlaşılırsa kan başkalarına verilmez. Kontrolsüz kan nakli ile hastalık sağlam kişiye bulaşabilir.

TANISI BASİT MİDİR?
Frenginin ilk belirtileri diğer bazı hastalıklarda da bulunabilir. Bu nedenle hastalık tanısı sadece hekim tarafından konulabilir. Hekim yaralardan alacağı örnekte mikroskop altında bakteriyi görebilir. Bunun yanında tanı koymaya yardımcı kan testleri de vardır. Ancak, ilk 3 ay testlerin yalancı negatif sonuç (mikrobu taşıdığı halde negatif sonuç çıkması) verebileceği de akılda tutulmalıdır.

TEDAVİSİ VAR MIDIR?
Frengi genellikle penisilin tedavisi ile kolayca iyileşir. Penisilin dozu ve uygulama şekli hekim tarafından belirleneceğinden, cinsel organları etrafında frengi şankırı olanlar kendi kendilerine ilaç kullanmamalıdır. Tedavinin başlangıcından genellikle 24 saat sonra bulaştırıcılık kaybolur.

NASIL KORUNULUR?
·Cinsel ilişkide kondom kullanınız.
·Cinsel eş sayısının artmasının, hastalık bulaşma riskini de arttırdığını unutmayınız.
·Hastalık belirtisi olmadan da bulaşma olabileceğini unutmayınız.
·Alkol ve uyuşturucunun doğru ve sağlıklı düşünmeyi engelleyerek, cinsel ilişki sırasında olumsuz davranışlara neden olabileceğini belleğinizden çıkarmayınız.
·Size nakledilecek kanda gerekli testlerin yapılıp yapılmadığını sorunuz. Hamile iseniz, doğum öncesi dönemde düzenli sağlık kotrollerinizi yaptırınız.

UYARI!
Hekim önerisi olmadan ilaç kullanmayınız !
Cinsel yolla bulaşan hastalık belirtilerinden kuşkulandığınızda hekime başvurunuz.
Cinsel eşinizin de muayene ve gerekirse tedavisini yaptırınız.
Daha önce frengi geçirmiş, ya da o anda şankır belirtileri olan bir kişi iseniz kan bağışında bulunmayınız. Sağlık personelini bu konuda uyarınız.


Facebook'ta Paylaş

KLAMİDYOZ NEDİR?


Klamidya adı verilen mikrobun neden olduğu cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır. Tedavi edilmediği takdirde gerek kadın, gerekse erkekte önemli sağlık sorunlarına neden olur.

KLAMİDYOZUN YAYGINLIĞI NEDİR?
Dünyada en sık görülen cinsel yolla bulaşan hastalıktır. Dünya Sağlık Teşkilatı 1995 yılı tahminlerine göre, her yıl yaklaşık 89 milyon kişi bu hastalığa yakalanmaktadır. Frengi ve belsoğukluğunda olduğu gibi, Güney ve Güney Doğu Asya ülkeleri hastalığın en yaygın olduğu bölgelerdir.

KLAMİDYOZUN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Sağlam kişinin mikrop ile teması sonrası 1-3 hafta sonra belirtiler ortaya çıkar. Belsoğukluğu hastalığında olduğu gibi, bu hastalığa yakalanan kadınların çoğu herhangi bir belirti vermez, ama kişi bulaştırıcıdır.
Hastalık, erkekte genellikle sabahları peniste bir damla şeffaf akıntı ile kendini belli eder. İdrar yaparken ağrı ve yanma duygusu olabilir.
Kadında vajinada akıntı görülebilir. İdrar yaparken yanma ve ağrı olabilir. Bunun yanında karnın alt kesiminde ağrı, cinsel ilşkide ya da adetler arası dönemde kanama olabilir.

KLAMİDYOZ GEBE KADINDAN BEBEĞİNE BULAŞABİLİR Mİ?
yoz doğum sırasında anneden bebeğine bulaşabilir. Bebekte göz iltihabına, pnömoni'ye (zatürre) neden olabilir.

KLAMİDYOZUN KADIN SAĞLIĞI AÇISINDAN ÖNEMİ NEDİR?
Hastalık tedavi edilmediğinde yumurtanın geçtiği kanallar iltihaplanır ve kısırlığa yol açar. Hastalık, dış gebelik ve bunun neden olduğu ölüme kadar ilerleyebilir.

KLAMİDYOZ ERKEKTE KISIRLIK YPAR MI?
Klamidyoz, spermin (meni) geçtiği yollarda iltihaba ve dolayısıyla tıkanıklık ve kısırlığa neden olabilir.

KLAMİDYOZ TANISI NASIL KONUR?
Klamidyoz kesin tanısı, hekim tarafından laboratuar testleri ile konulabilir.

KLAMİDYOZUN TEDAVİSİ VAR MIDIR?
Hastalığın antibiyotiklerle tedavisi mümkündür.
Hekim önerisi olmadan ilaç kullanmayınız !
Cinsel yolla bulaşan hastalık belirtilerinden kuşkulandığınızda hekime başvurunuz.
Cinsel eşinizin de muayene ve gerekirse tedavisini yaptırınız.

KLAMİDYOZDAN NASIL KORUNULUR?
· Cinsel ilişkide kondom kullanınız.
· Cinsel eş sayısının artmasının, hastalık bulaşma riskini de arttırdığını unutmayınız.
· Hastalık belirtisi olmadan da bulaşma olabileceğini unutmayınız.
· Alkol ve uyuşturucunun doğru ve sağlıklı düşünmeyi engelleyerek, cinsel ilişki sırasında olumsuz davranışlara neden olabileceğini belleğinizden çıkarmayınız.
· Hamile iseniz, doğum öncesi dönemde düzenli sağlık kotrollerinizi yaptırınız.

Facebook'ta Paylaş

AĞRILI CİNSEL İLİŞKİ


Cinsel ilişki esnasında ağrı ortaya çıkması disparoni adını alır. Ağrının nedeni organik bir rahatsızlık olabileceği gibi, psikolojik de olabilir. Bunun ayrımı ise komple bir jinekolojik muayene ile yapılır. Disparoni eğer ilk cinsel ilişki deneyiminden beri varsa birincil, sonradan ortaya çıkmışsa ikincil adını alır. Bu ayrım muhtemel nedenlerin ortaya konması açısından önemlidir. Yüzeyel disparoni vajina girişinde, derin disparoni ise penisin girmesiyle birlikte vajinanın derinlerinde ortaya çıkan ağrıdır ve bu ayrım da tanı açısından önemlidir. Derin disparonide ağrı alt karın bölgesinde yaygın olarak hissedilir.
Kadınların yaklaşık %15'i hayatlarının bir döneminde böyle bir ağrıyla karşı karşıya kalırlar. Ancak %1-2'sinde ise ağrı tedavi gerektirecek kadar şiddetlidir. Bazı kadınlar bu ağrıyı daha çok genital bölgede basınç, yırtılma veya yanma hissi olarak tarif ederler.

NEDEN OLUR?
Disparoni nedenleri incelenirken aşağıdan yukarı doğru (vajina girişinden iç genital organlara doğru) bir ayrım yapmak konunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacaktır.

Vajina girişine bağlı nedenler:
Yüzeyel disparoni nedenidirler,

Kızlık zarıyla ilgili sorunlar:
Kızlık zarının yapısal olaral sert olması,

Menopoza bağlı atrofi:
Menopoz döneminde dokular esnekliklerini yitirdiklerinden cinsel ilişki tahrişe ve ağrıya neden olabilir,

Islanma dönemi olmadan ilişki ve buna bağlı tahriş,

Epizyotomi nedebeleri:
Özellikle zor doğumlardan sonra fazla sayıda dikiş gerektiğinde ve/veya epizyotomi iyileşmesi esnasında enfeksiyon meydana geldiğinde dikiş yerleri sıklıkla nedbe bırakarak iyileşir ve bu nedbeler ilişkide ağrı duyulmasına neden olur,

Enfeksiyonlar:
Herpes Simpleks enfeksiyonları (genital uçuk) hem ilişkide hem de ilişki olmayan döneminde ağrı yapar, vajinit bazı durumlarda ağrıya neden olabilir,

Kitle Ve Tümörler:
Vajinada kitle nadir görülür. Büyük kitleler ağrı ve beraberinde kanamaya neden olabilirler,

Rektosel (vajina arka duvarı sarkması), uterus sarkması ve sistosel (vajina ön duvarı sarkması): gerilmeye bağlı ağrı nedeni olabilirler,

Yabancı cisimlere karşı gelişen allerjik cevap,

Vajina kubbesinde cerrahi veya radyoterapiye bağlı değişiklikler,

Doğumsal anomaliler:
Nadir görülürler,

Pelvik yapılara ait nedenler (iç genital organlara bağlı nedenler):
Bu durumlarda derin disparoni ortaya çıkar,

Pelvik iltihabi durumlar:
Pelvik enfeksiyonlar hem akut dönemde hem de iyileştikten sonraki dönemde ilişkide ağrı nedeni olabilirler,

Endometriozis:
Endometriozis genital bölgedeki organlarda yapışıklıklara neden olan bir durumdur. Bu yapışıklıklar ilişki esnasında gerilmeye ve ağrıya neden olabilirler,

Uterus habis veya selim tümörleri,

Pelviste enfeksiyonlara, ameliyatlara veya endometriozise bağlı gelişen yapışıklıklar,

Geçirilmiş pelvis kırıkları,

Sindirim sistemi hastalıkları:
Nadiren disparoni nedenidirler,

Enflamatuar barsak hastalıkları (Crohn hastalığı-Divertikülit),

Kabızlık,

Hemoroid, fistül ve fissür gibi anüs ve rektum bölgesi hastalıkları: Dışkılama esnasında ve sonrasında ağrıya neden olabilecekleri gibi yakın komşuluk nedeniyle disparoni nedeni de olabilirler,

İdrar yolu hastalıkları:
Üretra veya mesaneye ait lezyonlar,

Psikolojik bozukluklar:
Korku, kaygı, fobik reaksiyonlar, konversiyon reaksiyonları, partnerle uyumsuzluk, ilk ilişkinin yarattığı psikolojik travma gibi psikolojik durumlar da en önemli disparoni nedenleri arasında üst sıralarda yer alırlar,

Disparoninin vajinismustan (vajina girişi kaslarının ilişki esnasında kasılması) ayırıcı tanısı mutlaka yapılmış olmalıdır,

TEDAVİ ÖNCESİ İNCELEMELER:
Öncelikle enfeksiyon, kitle, kanser veya kanser öncüsü lezyon açısından muayene, ultrason, vajinal kültür, papsmear, idrar kültürü gibi incelemeler yapılır,

Şüpheli durumlarda vulva ve/veya vajinaya kolposkopik inceleme yapılır ve gerekirse biyopsi alınır,

Derin disparonide laparoskopik inceleme sıklıkla gereklidir,

TEDAVİ
Tedavide ilk adım hastanın ve eşinin hastalığın tabiatı konusunda bilgi sahibi olmasıdır.Organik nedenler usulüne uygun olarak ilaç ve/veya cerrahi yolla tedavi edilir.Hastalığın psikolojik komponenti varsa bireysel ve/veya eşle beraber psikopterapi çok önemlidir ve ihmal edilmemelidir.


Facebook'ta Paylaş

24 Eylül, 2008

ORGAN BAĞIŞI


ORGAN BAĞIŞINA İHTİYAÇ VAR MIDIR ?
EVET. Bir çok hasta bağışlanmış bir organ için beklerken ölmektedir. Bağışlanmış bir organ, başarılı bir nakilden sonra, gerçek bir yaşam armağanıdır. " SİZ ORGAN BAĞIŞINIZ İLE, BİR YAŞAM ARMAĞAN ETMEKTESİNİZ"

ORGAN BAĞIŞININ VE TRANSPLANTASYONUNUN DİNİ İNANÇLAR YÖNÜNDEN AÇIKLAMASI NEDİR ?
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, organ bağışını insanın insana yapabileceği en büyük yardım olarak tanımlanmıştır. 6.3.1980 tarih 396 sayılı kararı ile organ naklinin caiz olduğunu bildirmiştir. Kur'an-ı Kerim'de de (Maide Suresi, Ayet 32) " KİM BİR KİMSEYE HAYAT VERİRSE, ONUN SANKİ BÜTÜN İNSANLARA HAYAT VERMİŞÇESİNE SEVAP KAZANACAĞI " beyan olunmuştur.

HANGİ ORGANLAR BAĞIŞLANABİLİR ?
Sağlıklı her organ bağışlanabilir. Ülkemizde: kalp, akciğer, böbrek, karaciğer ve pankreas gibi organlar; kalp kapağı, gözün kornea tabakası, kas ve kemik iliği gibi dokular başarıyla nakledilebilmektedirler. Bir kişi organlarını bağışlayarak bir çok insana yaşama şansı verebilir.

ORGAN ALIMI NASIL GERÇEKLEŞTİRİLİR ?
Organlarınızın alınması işlemi, konunun uzmanı doktorların bulunduğu Sağlık Bakanlığı ve Üniversite Organ Nakil Merkezlerin'nde gerçekleştirilir. Organ bağışında bulunduğunuz taktirde organ bekleyen hastalara yaşama şansı verebilmeniz için "Bağış Belgenizi" bir kimlik gibi sürekli yanınızda bulunduırmanız ve bu konuyla ilgili olarak yakın akrabalarınıza bilgi vermeniz gerekmektedir.

ORGAN BAĞIŞININ, ORGAN NAKLİNDE EKONOMİK ÖNEMİ NEDİR ?
Organ nakli hemodiyaliz tedavisinden çok daha ucuz olduğu halde ülkemizde organ bağışı yaygın olmadığı takdirde, bu maliyet ile yapılabilecek nice sağlık hizmeti ertelenebilir veya geri kalabilir. O halde organ nakli ve organ bağışı ülkemiz için hem sağlık yönünden, hem de ekonomik yönden önemli bir katkıdır.

NASIL ORGAN BAĞIŞLAYABİLİRSİNİZ ?
Tüm ülkeler ölüden böbrek temini sorununu, sağlıklı kişileri beklenmedik ölümleri halinde bütün organlarını bağışladığına dair bir belge doldurmaları suretiyle çözümlemişlerdir. Bağış belgesi taşıyan bir kişi öldüğünde artık ailesinden izin almaya gerek kalmamakta, organları alınarak hastalara takılmaktadır. Organ bağışında bulunmak için " TIBBEN YAŞAMIM SONA ERDİKTEN SONRA DOKU VE ORGANLARIMIN DİĞER HASTALARIN TEDAVİSİ İÇİN KULLANILMASINA İZİN VERİYORUM." diyen bir belgeyi iki tanık önünde imzalayıp kimlik kartı gibi taşımanız yeterlidir.

ORGAN BAĞIŞI İÇİN YAŞ SINIRI VAR MIDIR ?
Günümüzde yeni doğmuştan 60 yaşa kadar olan ölülerden organ alınabildiği gibi, 18 veya üstünde bir yaşta olup akli dengesi yerinde olan herkes organ bağışı kartını imzalayabilir, böylece organ başında bulunabilir.

HERHANGİ BİR YERE KAYDOLMAK GEREKİR Mİ ?
Hayır. Sadece organ bağış kartını şahitlerle doldurup imzalamanız ve sürekli üzerinizde taşımanız yeterlidir.

SONRADAN FİKRİNİZİ DEĞİŞTİREBİLİR MİSİNİZ ?
Evet. Bağış kartınızı yırtıp atmanız yeterlidir. Bu konuda özgürsünüz.

ORGAN BAĞIŞI İÇİN PARA ÖDENMESİ SÖZKONUSU MUDUR ?
Hayır. Kişilerin bir bedel karşılığı organlarını vermeleri 2238 sayılı yasaya göre yasaktır.


Facebook'ta Paylaş

ZAYIFLIK


Alınan enerjinin harcanandan az olması sonucunda organizmada zayıflık denen hastalık oluşur. Vücuttaki yağ dokuları kullanılır ve daha sonra kas dokuları kullanılarak enerji sağlanır ve alınan enerji az olduğu sürece bu böyle devam eder.

ZAYIFLIĞIN NEDENLERİ:
1 - Zayıflığın oluşmasındaki esas neden iştahsızlık:
Bunu etkileyen sebepler:
a-) Enfeksiyonel durum: tüberküloz, zaturiye vb.
b-) Troid hormonunun aşırı artışıyla iştah azalması.
2 - Doku katabolizması: Doku yıkımına bağlı olarak zayıflık görülür.
a-) Kanser türü hastalıklar doku katabolizmasını arttırır.
3 - Malabzobsiyon: Alınan besinlerin gastrointestinal sistemdeki herhangi bir patolojiden dolayı sindirilememesidir (emilim bozukluğu).

Kilinik Belirtiler : Anorektik ve kaşektik durumlar görülür.

ZAYIFLIĞIN İLİŞKİLİ OLDUĞU HASTALIKLAR
1- Diyabetes Mellitus: Diyabet insülin bağımlı ve bağımsız olarak ikiye ayrılır. İlk safhada hiper glisemi (osmatik diürez)' e bağlı zayıflık görülür. Eğer hasta kontrol altına alınmadıysa insülin yüksek olsa da kandaki glikoz kullanılamaz. Bu yüzden yağları yıkarak enerji elde etmeye çalışır. Bu sebeple oluşan doku yıkımı zayıflığın başlangıcı olur. Yağların kullanımı sonucunda yağ metabolizması hızlandığı için kanda keton cisimcikleri artar. Keton cisimciklerinin ( aseton, b hidroksi bütirik asit, aseto asetik asit ) artması ve idrarla dışarı atılmasıyla hastada zayıflık başlangıcı saptanır.

2- Ülser: Hasta protein, vitamin ve minerallerden, yeterli miktarda alamadığı için sindirim sistemi mukozasında atrofiler oluşur. Bu atrofilerin mide mukozasındaki oluşumuna ülser adı verilir.

3- Troidin Fazla Çalışması: Troid hormonunun aşırı çalışması sonucunda BMH artar ve hastada zayıflama görülür.

4- İmmün Sistem Yetersizliği: Beslenmeye bağlı olarak bağışıklık sisteminin yetersiz çalışması yüzünden organizma enfeksiyonlara dirençsiz hale gelir. Çünkü yeteli antikor oluşturulamaz. Enfeksiyonlarsa zayıflık nedenlerindendir.

5- Kanser: Kanserli hastalarda iştahsızlığa ve doku yıkımına çokça rastlandığı için zayıflık oluşumu yüksektir. Ayrıca kullanılan ilaçların çoğu iştahsızlığı arttırıcı özellik gösterir. Bununla beraber gastrointestinal sistem, özefagus vb. kanserlerinde ise yetersiz beslenmeden dolayı aşırı zayıflık oluşur.

ZAYIFLIĞIN TEDAVİSİ
Kişinin günlük enerjisi saptandıktan sonra + 1000 kalorilik enerji eklenerek bir tedavi uygulanılır. Bu yüzden ilk önce beslenme alışkanlığı saptanır. Öğünler artırılır ve üç ara üç ana öğün olarak düzenlenir. Ara öğünlerin içeriği besin değeri yüksek yiyeceklerden oluşmalıdır. Enerji daha çok karbonhidratların çoğaltılmasıyla sağlanmalıdır. Yağlarda yapılan artış bulantıya sebep olmaktadır.
Diyet proteini 1,5 gr\kg şeklinde ayarlanmalıdır. Proteini daha yüksek vermek mümkün olmakla beraber bazı amino asitlerin serotonini arttırmalarıyla iştahsızlık oluşur. Bu yüzden proteini daha fazla arttırmak olumsuz etki yapar. Diyetin vitamin ve mineral içeriği zengin olmalıdır. Özellikle B grubu vitaminler yoğun verilmelidir. Bu gruptaki vitaminler iştah artışı sağlarlar. Diyetin en önemli özelliklerinden biriside hacim yönünden az besin kalitesi yönünden zengin besinlerden oluşturulmasıdır.

UYARI: Arkadaşlar yıllar önce bir tv programında zayıflamak isteyen genç bir kızın her yemekten sonra parmağını boğazına sokarak, kendini kusturmaya çalışarak zayıflama yöntemini denediğini izlemiştim. Bu akıl almaz uygulamayı denediğini ve bir müddet sonra bünyesinin bu duruma bağışıklık kazandığını her yemekten sonra kendiliğinde kustuğunu ve bu durumu bir türlü durduramadığını ve kendisinin ne kadar zayıf kaldığını gördüm. Lütfen böyle akıl almaz mantıksız, bilinçsiz şekilde zayıflama yöntemleri yerine doktor tavsiyesi ile durumunuzla mücadele edin. Eğer doktora gitmeye korkuyor ya da çekiniyorsanız tv programlarında her sabah doktorlar ve diyetisyenler çıkıp bilgi veriyorlar lütfen bilinçsizce zayıflamaya çalışmayın. Sağlığınızı düşünün ve denediğiniz uygulamaların bir daha dönüşü olamayacak şeyler olabileceğini düşünün... LÜTFEN SAĞLIKLI BESLENİN...

Facebook'ta Paylaş

23 Eylül, 2008

OBEZİTE (ŞİŞMANLIK)


Şişmanlık (obezite); vücut yağ miktarının sağlığı bozacak düzeyde artmasıdır. Enerji alımının enerji tüketiminden daha fazla olduğu durumlarda ortaya çıkar. Şişmanlık sadece estetik açıdan değil bazı hastalıkların ortaya çıkışını kolaylaştırması, yaşam süresini olumsuz yönde etkilemesi gibi nedenlerle önemli bir sağlık sorunudur.
Şişman kişilerin zayıflamak için gösterdikleri çabalar çoğunlukla sonuçsuz kalmakta ve verilen kiloların zaman içinde geri alındığı gözlenmektedir. Genellikle şişmanlamak kolay, zayıflamaksa güçtür. Bu nedenle şişmanlığın tedavisinden önce, önlenmesi doğrudur. Şişmanlığın önlenmesinde en önemli kural, küçük yaştan itibaren yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanması ve enerji dengesine uygun bir beslenme alışkanlığının kazandırılmasıdır.

ŞİŞMANLIKLA GELEN HASTALIKLAR;
Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, safra kesesi hastalıkları ve bazı kanser türleri ile ilişkisi olan, insan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini bozan bir hastalıktır.

ŞİŞMANLIĞA NEDEN OLAN RİSKLER:
Fiziksel aktivite Beslenme alışkanlıkları,
Yaş Cinsiyet (Kadın),
Irksal faktörler,
Eğitim düzeyi,
Evlilik,
Doğum sayısı ,
Sigarayı bırakma,
Alkol,
Psikolojik bozukluklar ,
Metabolik ve hormonal bozukluklar.

MENOPOZ DÖNEMİ ŞİŞMANLAMA DÖNEMİ MİDİR?
Menopoz döneminde özellikle kiloda fazlalığa doğru belirli bir eğilim vardır. Ayrıca hormonal dengesizlik, vücudun su tutması ve selülit görülür. Psikolojik açıdan, kadın cinselliğindeki değişim ve buna eklenen çeşitli olaylar kadınlarda depresyona doğru bir eğilim yaratabilir. Kadınlar da kendilerini avutmak için genellikle kontrolsüz ve hatta oburluğa varan bir yeme alışkanlığının içine düşerler ve kilo alırlar.

Facebook'ta Paylaş

http://www.kodarsivim.tr.gg

En çok hangi bölümle ilgilisiniz?

Bitkilerin Şifa Dağıttığına İnanıyor Musunuz?